Bulunduğun Sayfa: Dr.Tahir Barçın

Risale-i Nur

Dr.Tahir Barçın


DR. TAHİR BARÇIN

l906'da Ermenek'te doğdu. l935 senesinde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. Viranşehir ve Emirdağ'da uzun seneler hükûmet tabibliği yaptı. Emirdağ'da Bediüzzaman'ın doktorluğunu yaptı. ll Mayıs l978'de İstanbul'da Allah'ın rahmetine kavuştu.

"Şarkın kapısını açtın"

Bitlis ve kazalarına sağlık müdürü olarak gidip, Orada vatan ve millete fedakârane hizmetler yaptı. Emirdağ'ın meyvesi olan Nur Risalelerini Bitlis'in kaza ve köylerine götürüp, dağıtmıştı.

Üstad: "Şarkın kapısını açtın! Büyük hizmetlere medar oldun!" diye iltifat ve takdir etmişti Dr. Tahir Beyin hizmetlerini...

Daha sonra yine Emirdağ'a dönen Dr. Tahir Barçın, burada vazifesine devam etmişti..

"Bahtiyar doktor"

Emirdağ Hükûmet Tabibi ve İskân Müdürü olan Dr. Barçın, Üstad Bediüzzaman'ın "Bahtiyar Doktor" iltifatına erenlerdendi.

Emirdağ'da Üstad'ına doktorluk yapmıştı. Bu vatanın aziz bir evladı olan doktorumuz aynı zamanda hıfzını da ikmal etmişti, hafızdı.

27 Mayıs İhtilalinde, diğer Emirdağlı Nur arkadaşlarıyla birlikte, Nur kitaplarını okudukları için tevkif edilmişti. Bir müddet Bolvadin Hapishanesinde yatmış, sonra tahliye ve beraat etmişti.

Daha sonraki senelerde İstanbul'un Zeytinburnu semtinde açtığı muayenehanede doktorluk yapıyordu. Binlerce fakir fukarayı, çok ucuz ve parasız olarak tedavi ediyordu. Bazı fakirlerin ilaç paralarını da kendisi veriyordu.

Ani bir hastalıkla iki ay zarfında irfan ufkumuzdan çekilip kayboldu; tıpkı "gökteki yıldızlar" gibi...

 

Cennete doğru kayan yıldızlar

 

 

Tahir Barçın'ın Bediüzzaman'ı ilk görüşü

 

Dr. Tahir Barçın, Bediüzzaman Said Nursî'yi ilk defa Birinci Cihan Harbinin sonlarında, İstanbul'da gördüğünü şu şekilde anlatıyor:

 

"Ben öldükten sonra yerimin bilinmemesini istiyorum"

 

 

 

Üstad'la vedalaşmam...

Dr. Tahir Barçın merhum, Üstad'ıyla vedalaşması gün ve anını şöyle anlatıyor:

"Nur talebeleri Üstad'ın şiddetli hasta olduğunu haber vermişlerdi. Hemen gittim, muayene ettim. Üstad'ın ateşi 38 dereceydi. Yaşlı insanlarda derece çok yükselmiyor. Çünkü vücut mukavemeti olmuyor. Ateş yükselmesi demek, vücudun mikroba karşı silah kullanması demektir. Üstad'ın hastalığı çok ciddî idi. Ağır bir zatürreye yakalanmıştı.

"Ben bir iğne yapmak istedim. Zübeyir (Gündüzalp), 'yapalım abi', diye iğne yapmamı istedi. Altı yüzlük veya sekiz yüzlük bir penisilin iğnesi yaptım.

"Ertesi sabah Üstad biraz açılmış ve rahatlamıştı. Yine harareti vardı, bu yüzden kar yedi.

"Hazırlık yaptılar. Isparta'ya gidecekti. Daha önceki de Isparta'ya, Ankara veya İstanbul'a giderken, vedalaşıp, helâlleşmezdi. Bu sefer Üstad'ın ayrılması acıklı olmuştu.

"Biz o zaman için Üstad'ın vefat edeceğini hiç hatırımızdan bile geçirmiyorduk, içimizden katiyyen böyle birşey geçmiyordu. Fakat son ayrılışımız çok hazin olmuştu. Helâlleşti, Allahaısmarladık diye vedâ etti.

"Daha sonraki günlerde Isparta'ya, oradan da Urfa'ya gidip vefat ettiğini öğrendiğimiz zaman, çok çok üzülüp, sarsılmıştık. Son ayrılıştaki vedâlaşmasını ancak o zaman idrak ettim. Meğer Üstad artık ebedî âleme doğru yolculuğa çıkıyormuş, bu sebepten bizlerle, Emirdağ'daki Nur talebeleriyle teker teker vedâlaşmıştı."

"Yine o tepede, vefatından bahsetti. 'Ben ölürsem ne yaparsınız?' deyince?' Mehmet Çalışkan:

"Burada Hacı Yusuf Dede vardır, sizi oraya, o zatın yanına defnederiz!' dedi.

"Üstad cevaben:

"Yok, beni Ispartalılar isterlerse onlara verin. Hem ben öldükten sonra yerimin belli olmamasını istiyorum. Çünkü türbeye gelenler kimi ekmek asacak, kimi ip bağlayacak, kimisi de benden dilekte bulunacak. Beni kabrimde rahatsız edecekler. Şimdi birisi gelip de elimi öpmek istese bana tokat vurmak gibi oluyor. Hiç böyle şeyleri istemiyorum. Mezarımın bilinmemesini istiyorum...'

"Daha sonraki cereyan eden hâdiseler malum..

"Zulmettiler ona, onlar zulmetti, fakat Cenab-ı Hak Üstad'ın duasını kabul etti..."

Üstad'a zulmeden Emirdağ kaymakamı..

Dr. Tahir Barçın Emirdağ hükûmet tabibi olduğu senelerde başından geçmiş bir çok hatıra ve hâdiseler bulunmaktadır. Bunlardan birisi de, Emirdağ kaymakamı, Abdülkadir Uraz isimli bir kişi ile arasında geçen vak'adır..

Rahmetli Tahir Barçın ağabey şunları anlatmıştı bize:

"Gaziantepli Abdülkadir Uraz, mülkiyeden mezundu, sosyalistti. Emirdağ'a geldikten sonra Hazret-i Üstad'ın aleyhinde birtakım tertiplere girişmiş. Bizim hiç haberimiz yoktu, halbuki kendisiyle komşuyduk, aramızda sadece bir yol vardı.

"Emirdağ'a geldiğinde çok perişandı, zaten o zamanlar bütün memurlar perişandı. 60-70 lira kadar bir maaş alıyordu. Bu para katiyyen yetişmiyordu. Demek ki buna müstahaklarmış onlar. Biz acıyorduk, yardım ediyorduk. Bir ayakkabı alacak parası yoktu, pardesü değiştirecek imkânları yoktu... Memlekete çalışır vaziyetinde görüyorduk, bu sebeple bir kaç arkadaş yardım ediyorduk. Meğer adam Üstadla uğraşmaya başlamış. Üstad bazan namaz için bir camiye gidiyordu. Nur talebeleri de ihtiyar halinde üşümemesi için, caminin son cemaat mahfiline bir küçük yer yapmışlar, oraya mangal koymuşlar.

"Bizim kaymakam bir gün gizlice camiye girmiş, sanki Üstad orada gizli kapaklı bir şey yapıyormuş gibi... Arkasından bir de iftira çıkarttı. Geceleri yanına tepsilerle baklava geliyormuş, filanlar fişmekanlar gidiyorlarmış... Üstad'a hizmet edenleri çağırtmış, 'artık hiçbiriniz yanına gitmeyeceksiniz' diye tehdit etmiş. Bekçileri Üstad'ın yanına göndermiş, 'ne isterse siz götürün' diye emir vermiş.

Kaymakamın başına gelenler

"Kaymakam bu işleri yaparken âniden askerliği geldi. Askerlikten te'cil muamelesi unutulmuş, dahiliye vekaletinden millî müdafaaya gönderilmemiş, derhal askere alınması için emir verilmiş. Kış ortası, karısı hamile, perişan bir durumda. Kışı geçirmek için, Afyon'dan rapor aldı. Kendisini apandisit ameliyatın yatırdık, ameliyat ederek iki ay askerliğini geciktirdik. Sonra doğru Doğubeyazıt'a gitti. O gittikten sonra Emirdağ'a bir kaymakam vekili geldi. Abdülkadir Uraz, Afyon'a giderken beraber gittiği arkadaşa, Emirdağ'a Üstad'ı imha için dahiliye vekili tarafından gönderildiğini söylemiş, bana da o arkadaş bildirmişti. Sonra Doğubeyazıt'tan Ankara'ya gelmiş, Emirdağ Belediye Reisine, 'yakında geliyorum' diye telgraf çekmişti. Tekrar Emirdağ'a gelmek için çok uğraştığı halde bir daha gelemedi.

"İlk mektebi köyümüz olan Sarıveliler'de bitirdim. Altı yaşında Ermenek'e geldim. Daha sonra iki sene Konya'da okudum. İstanbul'a geldiğimizde şehir işgal altındaydı. Ağustos ayında İstanbul'a geldiğimizden iki ay sonra Ekim'in 6'sında kurtuluş oldu. O zamanki mekteplere kayıt olmuştum. İbtidai hariç üçte idim. (Şimdiki İmam-Hatip'in üçüncü sınıfına muadil olmaktadır.)

"Fatih Camiinin güney tarafında güreş kulübü bulunmaktadır. O zamanlar ağabeyim Mustafa Barçın [1] ve Sedat Çumralı (İhtilâl sonrası koalisyonlarının adli ye vekillerinden) ile medresede talebe olarak okuyorlardı. o zamanki ifade ile sahın iki'de idi ağabeyim. Sedat Çumralı ile oradaki medreselerde bir odada kalıyorlardı. Ben Sultanahmet'teki medreselerde kalıyordum. Bu medrese Sultanahmet türbesinin hemen bitişiğindeydi. Bazı günler ağabeyimin yanına gelirdim. Yine böyle bir gelişte ağabeyimle birlikte Fatih Camiine ikindi namazına gitmiştik. Sene l922.

"Camiden çıkarken büyük bir kalabalık vardı. Önde heybetli bir zat vardı, benim dikkatimi çekti, yanındaki ve arkasındaki kalabalık hep elpençe divan vaziyetindeydi. Mahallî kıyafetli, bellerinde kamalar vardı. Camiden çıkarak merdivenle çıkılan, Fatih'in odası olduğu söylenen kısma çıktılar. Ben on altı yaşlarındaydım. O zaman hatırımda kaldığına göre 'Bediüzzaman denilen bir âlimmiş' diyorlardı. O tarihlerde Eşref Edip Bey de oraya gelip gidiyordu. Sonra ağabeyimden öğrendiğime göre, Üstad Bediüzzaman orada kalıyormuş. Ağabeyim ziyaretine gitmiş, onda iki Mekteb-i Musibet'in Şehadetnamesi isimli eseri vardı. Onu, okuyorlardı. Sonra İstanbul'dan ayrıldı, Ankara'ya gitti."

"Sabah kahvaltısını Üstad'ın evinde yapardık"

"Üstad'ı ziyaretimizin arası açılınca akşamdan karar verirdik, Üstad'a gidelim diye. Sabah erkenden Mustafa Acet gelir, 'Üstad sizi çağırıyor' diye bizi haberdar ederdi. Bu ziyaretlerin ekserisi Pazar günleri olurdu. Bizi tebessümle karşılardı, çay ikram ederdi. Simit verirdi, sabah kahvaltısını orada Üstad'ın evinde yapardık."

Hatıralarının bu kısmını anlatırken duygulanan doktor Tahir Bey:

"Allah rahmet eylesin.... Allah yüz bin defa razı olsun, bizi kurtardı" diyordu. Şu anda bu satırları yazarken Doktor ağabeyimize biz de Cenab-ı Hak'tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyoruz.

Nur dâvalarının kahraman avukatı Bekir Berk'in "Yıldız yağmuru veya Cennetten gelen ses" başlıklı makalesinde pek sevdiğim bir ifadesi vardı. Bu ifadeyle başlamak istiyorum. Dr. Tahir Barçın ağabeyle alâkalı hatıralara. Şöyle diyordu Nur'un avukatı:

".... Dostluk dünyamızın semasından yıldızlar göçüyor ahirete doğru.... Yıldızlar kayıyor Cennete doğru..."

Kur'ân semasının berrak ve parlak bir yıldızı, belki de kutup yıldızı idi doktor ağabeyimiz. Ehl-i kemal idi, ehl-i ilimdi, ehl-i takva idi. İstiklal Marşı Şairimizin evi, işte böyle bir zata nasip olmuştu. Evi bir dershaneydi, iman dershanesi, Nur dershanesi... Nurlu Üstad, kadim dostu Âkif Beyin evini Tahir Beyin aldığını duyunca sevinmişti.

Arama
Ara
Başlık
Yazı1
Yazı2 Yazı3
Risale-i Nur Bölümü
İstatistik


BugünZiyaretçi:7

BugünKlik:14

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol