Bulunduğun Sayfa: Nur Dünyasi Haberleri

Risale-i Nur

Nur Dünyasi Haberleri




Risale-i Nur'un İngilizce tercümanı..
 
0

 

Risale-i Nur Külliyatını İngilizceye tercüme eden Şükran Vahide, eski adıyla Mary Weld, 1948'de 6 çocuklu Katolik bir ailenin beşinci çocuğu olarak İngiltere'de doğdu. Rahibelerin yönettiği bir okulda eğitim gördü. Durham Üniversitesi'nde "Şark Araştırmaları" okudu. 1982'de aynı okulda doktora yaparken Müslüman oldu ve Şükran Vahide adını aldı. 1985'te İstanbul'a yerleşti. Nur Risaleleri üzerinde çalışmalar yaptı. Bu çalışmalarını halen uluslar arası alanda sürdürmektedir.
Nesil Grubu'nun kanaat önderi Mehmet Fırıncı Ağabey'in eşi olan Şükran Vahide aslında Risale-i Nur'ları İngilizce'ye tercüme eden kişi olarak tanınıyor. Cemaatte neredeyse kanaat önderi düzeyinde bir ağırlığı söz konusu. Başındaki türbanın, üzerindeki uzun ve bol giysinin altında 'namahremi' ile birlikte tüm kimliğini de gizlemeyi başaran Şükran Vahide aslında tipik bir İngiliz asilzadesi. Ancak yıllarca İstanbul'da Türk gelenekleri ile iç içe yaşamaktan yeni hali çok yabancılık çekmeyeceğimiz Müslüman bir Türk'ten farksız diyebiliriz.
Eski adıyla Mary Weld, 1981'de Durham Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi Türk ve Fars Edebiyatı bölümünde okurken başlayan süreç onu Nurculuk'a götüren yol olmuş. Dönemin İngiliz gençliği gibi kendisinin de "arayış" içinde olduğunu belirterek, "Fakültede arkadaşlarımdan bazıları Müslüman'dı. Ben de İslam sanatlarından, mimarisinden çok etkilenmiştim. Fakültede bazı Türk arkadaşlar vardı. İlk kez onlar Risale- i Nur'lardan İngilizce küçük bir metin verdiler. Dirilme, ahiret, tabiat gibi konuları işleyen bu metinler bana çok ilginç geldi. Derken birlikte okumalara başladık. Bu arada Kuranı Kerim de okumaya başladım. Sonunda da 1981 yılında Müslümanlığı seçtim" diyor.
Müslüman olduktan sonra Mery Weld olan adını da değiştirdiğini vurgulayan Şükran Vahide, yeterli tercüme olmadığı için bu büyük hakikatlerin anlatılmasında ve ihtiyaç duyanlara ulaştırılmasında eksiklik gördüğü için öncelikle Türkçe'sini geliştirerek kendi tercümelerini kendisi yapmaya başladığını ifade ediyor. Bu yoğun çalışmalar sonucu Vahide 6 bin sayfalık Risale-i Nur külliyatının tamamını İngilizce'ye çevirmekle kalmamış, "İslam, Batı ve Biz" (Mery Weld imzasıyla) ve "Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursi" (Şükran Vahide imzasıyla) gibi kitaplar da yayınladı. Vahide 1991 yılında 33 yaşındayken de 62 yaşındaki Mehmet Güleç (Fırıncı Ağabey) ile evlendi. Türkiye'de zorlanmadan yaşadığını anlatırken ilk başlarda alışkanlıktan erkeklerle "el sıkıştığını" da belirtiyor.
Mehmet Fırıncı ağabeye Şükran hanımla evliliğini soruyoruz. Oda Şükran hanımla hizmet-i Kur'aniye vesilesiyle tanıştıklarını ve evliliklerininde hizmete yönelik olduğunu söyleyerek hikayesini şöyle anlattı.
“ Şükran hanım Üniversitede öğrenci iken Ayetül Kübra ve Tabiat Risalesi'ni İngilizce okumuş. O dönemde Ali Mermer, İngilterede Diyanet müfettişiydi. Oradan bana telefon etti ki, 'Burada Müslüman olan bir kızcağız var oraya gelmek istiyor. Sualleri var. Ona cevap verin.' dedi. Ben olur dedim. Şükran Hanım geldi. Suallerine cevap verdik. Sonra İngiltere'ye döndü. Bir müddet sonra bizim risaleleri İngilizceye tercüme edecek eleman ihtiyacımız oldu. Bu vesileyle Şükran Hanım yeniden geldi. Türkçesini çok ilerletti. Zaten geldiğinde de biliyordu. Altı sene Risale-i Nur eserlerini tercümeye devam etti. Biyografinin ilk çalışmalarını hazırladı. Bu sıralarda arkadaşlarım bir gün beni çağırdılar. Dediler ki bana: 'Sen yaşlandın. Kendine bakamıyorsun. Şükran Hanım'la evlen. Hem sana bakar, hem de hizmetlere vesile olur.' Çok şaşırmıştım. Hiç düşünmüyordum öyle bir şeyi. O gün İslam dünyasından gelen hocalar sormuşlardı bana. 'Niye evlenmedi Bediüzzaman?' diye. Ben dedim, vakit bulamadı. Ben de öyleydim. Gece gündüz öyle çalışıyorduk ki. Şimdi bile öyleyiz. Evlilik meselesini çok düşünüp tartıştım kendi âlemimde. Biraz da uyum sağlanır mı diye, bu ecnebi birisiydi nede olsa. Ben yaşlandım. Kızarım, kovarım. Bütün bunları düşündükten sonra hizmet için her şeye katlanmak lazım düşüncesi oldu kafamda. Eğer kabul ederse inşallah o da anlayışlı davranır. Biz de sebat ederiz. Tabii yaş farkı da beni düşündürüyordu. Evlenme yönü ağır basınca Şükran hanımla bu konuyu görüştük ve neticede anlaştık. Şükran hanım entelektüel bir insan olduğu için, anlaşma o bakımdan kolay oluyor. Benim bir entelektüel tarafım yok. Sadece Risale-i Nur tahsilim var. Ben köyde ilkokulu zorla bitirerek geldim buraya. Tabii çok entelektüel insanlarla beraber yaşadığımız için bir formasyon kazandık. Hayatımız çok yoğun bir tempoda geçiyor. Şükran Hanım bazen bıkıyor. Ben her gece birde, ikide geliyorum eve. Kovacak beni neredeyse, böyle evlilik mi olur diye. Sonra Hacca gittim geldim. Hizmetler artık iyice rahatladı. Allah razı olsun arkadaşlarım her konuda bize destek oluyor. Bizde o gün bu gündür birlikte hizmete devam ediyoruz. “

0
 


.
 
Alman Şakirt Antony!
 
0

“Ümitvar olunuz şu istikbâl inkılâbı içerisinde en yüksek gür seda İslâm'ın olacaktır” diye bugünleri görür gibi işaret eden Üstad'ın öngörüleri bir bir tahakkuk ettiğini görmekte ve yaşamaktayız.
16 Haziran salı akşamı, babası Alman annesi Rus olan “Antony Chery” yani yeni ismi “İbrahim Nur” kardeşimi Annesiyle birlikte Mehmet Abi çay sohbetine bize getirmişti. İlk bakışta bizden biri gibi sandım. Sadece birazcık sarışın olması dışında Alman olduğuna pek inanasım gelmedi. Kendisi açıklamasaydı fark edemiyecektim.
Konuşmasından ve aksanından doğulu olduğunu zannetmiştim. Mütebessim bir yüzü ve kendisinden oldukça emin bir tavır sergiliyordu. Konuştukça “Risale” hakkında derin bir bilgi sahibi olduğunu da fark ettim.
Hamamcıoğlunun ısrarı üzerine bize nefis bir ders yaptı. Bilhassa açıklamaları ve verdiği örnekler tek kelime ile harikaydı. Tane tane konuşuyordu. Bu eserlere olan vukufiyeti karşısında hayretim ve şaşkınlığım daha da artmıştı. Yıllarca dersanelerde kalan arkadaşlarımız gibi mevzulara hakimdi. Batının akılcılığı ile doğunun kalb ve vicdan birlikteliğini fevkalade güzel kuruyor ve olayları sebep-sonuç ilişkisi içerisinde güzel bir şekilde yorumluyordu.
Dışarıdan birisinin gözü ile ülkemizdeki ve dışarıdaki bu güzel hizmetlerimizi değerlendirmesi ve yorumlamaları hazır bulunan kardeşlerimizi oldukça sevindirmişti. Özellikle Rusya'daki askeri okullarda, üniversite ve diğer okullardaki nur hizmetlerinin bugünkü ulaştığı merhaleyi anlatınca Hayrullah Abi'nin ağzından dökülen gayr- ihtiyari o Allah sözünü duymanızı isterdim. Oradaki kardeşlerle çekilen fotoğrafları gösterirken ben yetmişli yıllara o zorluklar ve baskılarla dolu maziye dalmıştım. Tabiî ki, şartların zorluğu nisbetinde muhabbet ve “müfritane “ irtibatın o derece arttığını o günleri yaşayan ağabeylerimiz bilirler. İşte o fotoğraflarda onu müşahede ettim.
Almanya'da kendimi Türkiye'de gibi hissediyorum, diyordu İbrahim. Sizler birazcık sabrediniz yakında nasıl Avrupa'yı da geçeceğinizi göreceksiniz diyordu.
“Geçenlerde Başbakan Erdoğan Almanya'ya geldiğinde afişleri bilbordlara asılmıştı. Afişlerde Alman bayraklarında bulunan kırmızı zemine ay-yıldız konulmuştu. En katı alman partililer bile on-onbeş sene içerisinde Almanya'nın çoğunluğunun Müslümanlaşacağını itiraf ederek bu ay-yıldızlı Alman bayrağını kastederek bari beş-on sene daha bekleseydiniz de o zaman assaydınız diye bizlere gerçeği ifade ettiğini büyük bir sevinçle anlatıyordu,” İbrahim.
Kendisine bu güzel Türkçe'yi nasıl öğrendiğini sordum: Elini “Risaleler'in” üzerine koyarak; işte bunlardan öğrendim dedi. On yıl önce Müslüman oldum. O günden beri elimden düşürmüyorum. Köln'de oturuyoruz. Her akşam dersimizi yapıyoruz. Sokağa çıktığınızda her tarafta Türkler var. Adeta Türkiye'de gibisiniz. Türkiye bir yıldız gibi yeniden doğuyor. Çok şanslısınız diyordu bizlere.
Bizlere çok güzel müjdeler veriyordu gelecek açısından. Bekleyiniz diyordu. Üstadın bütün müjdeleri ortaya çıkacak diyordu. Avrupa İslamlaşacak ve Türkiye'de diğer Müslüman ülkelerini peşine takarak hakiki (İslâm) medeniyetini yeryüzüne hakim kılacak. Hutbe-i Şamiye'de ifade edildiği gibi İslâm Medeniyetinin önündeki bütün engeller ortadan kalkacak, siz belki bunu göremiyorsunuz ama ben bunu görüyorum, diyordu İbrahim.
Bütün ısrarlarıma rağmen fotoğraf çektirmeme müsaade etmedi. Hatta kendisinin haber yapılmasını da istemiyordu. Bizim vazifemiz koşturmak ve hizmet etmektir, netice ise Cenab-ı Hakka aittir, diyerek takva ve hizmet düsturunu bize hatırlatıyordu.
Saatler nasıl geçmişti bilemedik. Mehmet ağabey artık müsaade istiyordu. İbrahim annesi ile beraber birkaç hafta daha Bursa'da kalacaklardı. Kendilerinden Köln'deki adreslerini aldık. Köln'de buluşmak üzere ayrıldık.
İbrahimler gibi dünyanın dört bir tarafından ayrı ayrı renklerden ve ırklardan kardeşler kazandıran bir davaya hayatını ve gönlünü verenlere selâm olsun.

Nur Talebesi

Mehmet Feyzi Efendi..

 
0

Bediüzzaman said nursi'nin yakın talebelerinden Mehmet Feyzi efendinin hayatı ve hizmetleri kitap olarak basıldı. Kitabın yazarı İhsan Atasoy, Mehmet feyzi efendi adlı eseriyle ilgili olarak şu bilgileri verdi.
“Kastamonu bir mübarek belde. On yedi bin evliya ve Anadolu`nun dört maneviyat büyüğünden biri, Şaban-ı Velî Hazretleri onun sinesinde barınmakta.
O mübarekleri temsilen, Üstad Bediüzzaman`a gönül veren, talebe olan büyük bir veli ve âlim bir zâttır Mehmed Feyzi Efendi. Bu bağlılığı, yakınlığı ve teslimiyeti ile o büyük müceddidin “Sır Kâtibi” olma şerefine nail oldu.
Üstad`ın Kastamonu`da kaldığı yedi yıl boyunca, gece gündüz hep hizmetinde kaldı.
Uzun ve soğuk kış gecelerinde, yazın yemyeşil ağaç ve çayırlarla kaplı dağ ve ormanlarında Üstad`ın nice derunî ve ulvî hallerine şahit oldu.
Denizli ve Afyon Hapishaneleri`nde Üstad`ının yanı başındaydı. İslam davası için çile çeken asrın kahramanları safında yerini almıştı.
Hayattaki yegane iftihar vesilesi Risale-i Nur`a ve Üstad`ına hizmet etmek, bu vesileyle eşsiz mazhariyetlere nail olabilmekti. Üstad ise bu güzide talebesinin faziletini, “Selefi salihin, Mehmed Feyzi gibi bir talebem olduğuna gıpta ediyorlar” ifadesiyle dile getirmişti.
Mehmed Feyzi Efendi, kazandığı manevî mertebeyi Üstad`ın verdiği icazetle de taçlandırdı. Elde ettiği böylesi ilmî servet ve zenginliği, gerek yurt içinden gerek yurt dışından, her kesimden ziyaretine gelenlere cömertçe sundu. Abdullah Yeğin Ağabey`in ifadesiyle, “Risale-i Nur Üniversitesinin Bir Fakültesi” konumunda olan evinin köşesinde, yanına gelen herkese manevî ziyafetler verdi.
Hayatlarındayken anlaşılamamak, büyük zâtların kaderi olsa gerek. Bu kitapta hayat ve hatıralarıyla manevî simasına ışık tutmaya çalıştığımız Mehmed Feyzi Efendi de bu kaderi paylaşanlardan birisidir ne yazık ki.
Bu çalışmanın, onun daha iyi anlaşılmasına yardım edecek ve pak ruhunu memnun edecek bir adım olmasını niyaz ediyor, ona karşı olan vefa borcumuzun bir gereği sayıyorum.”


.
Cezayir'li Profesör Bediüzzaman'ın hayatını yazacak.
 
0

Cezayir'li Profesör Süleyman Aşrati, Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatını yazmak üzere Türkiye'ye geldi. Bediüzzaman'ı gören talebelerinden hayatta kalanlar ile birebir görüşebilmek için ülkemize gelen Prof. Dr. Aşrati, “Üstad Bediüzzaman'ın manevi yönlerini ortaya çıkaracak bir eser hazırlamak istiyorum. Bunun içinde onu gören gözlerden, onu dinleyen kulaklardan, onunla konuşan dillerden bizzat dinleyerek hatıralarını derleyeceğim.” dedi.
Cezayir Vahran Üniversitesinde görevli Prof. Dr. Süleyman Aşrati, Bediüzzaman Said Nursi hakkında hazırladığı yeni kitabıyla ilgili bilgi almak üzere ilk olarak Bursa'yı ziyaret ederek Ali Çakmak ağabey ile bir görüşme yaptı. Cezayir'li profesör beraberinde Risale-i Nurları Arapçaya tercüme eden İhsan Kasım Salihi, İstanbul İlim ve Kültür Vakfi Mütevelli heyeti üyesi Prof. Dr. Faris Kaya ve Dahiliye mütehassısı olan kardeşi Dr. Tayyip Aşrati ile birlikte Bursa'daki sohbetlere katıldılar. Burada kısa bir sohbet yapan İhsan Kasım ağabey, Arap dünyasında ki Bediüzzaman ve Risale-i Nur ile alakalı olarak yapılan çalışmalarla ve gelişmelerle ilgili bilgiler verdi. Faaliyetlerin Avrupa ve Amerika'da ki gelişmeleri ile ilgili bilgileri ise Prof. Dr. Faris Kaya aktardı.
Bursa Kültür Vakfının misafiri olan Cezayirli Prof. Dr. Süleyman Aşrati tam bir Bediüzzaman sevdalısı. Daha ilk gördüğü Bediüzzaman fotoğrafından "Bu mübarek bir zattır." diyerek etkilenen ve hemen Risale-i nurları okumaya başlayan Aşrati, "Bu risalelere her kesin çok ihtiyacı var." diyerek kendisini Risale-i Nur hizmetine adadı. Arap dünyasında Bediüzzaman ve Risale-i Nurları tanıtmak amacıyla üç kitap yayınladı. Çeşitli konferans ve sempozyumlar düzenlenmesine öncülük etti. Bediüzzamanla ilgili çok sayıda programa katılarak çalışmalarını sundu. İnsanların siması hakkında özel bilgilere sahip olan Aşrati, "Bediüzzaman ve Nur talebelerinin simasında nuraniyet var. Bediüzzaman hakkında yazacağım yeni kitabımda bu özel konuları inceleyeceğim. Bu nedenle Üstad Bediüzzaman'ı gören yakın talebeleri ile yüzyüze görüşmek ve kendi lisanlarından üstadı dinlemek için Türkiye'ye geldim. "dedi.
Cezayirli Profesör, İhsan Kasım ağabeyin tercümanlığı ile üstadı yakından tanıyan nur talebelerinden Ali Çakmak ağabey'in Bediüzzamanla ilgili hatıralarını dinledi. Cezayirli Prof. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere diğer vilayetlerdeki Bediüzzamanı gören hayattaki talebeleri ile karşılıklı olarak görüşerek hatıralarını dinleyecek. (22.05.2009)

0




Müfit Yüksel "Bediüzzaman ismi
Said Nursi'ye layıktır."
0

Milli kültürümüzü yeni nesillere aktarma konusunda çalışmalar yapan Bursa Kültür Vakfı, “Gelenek ve Tarih Çizgisi içinde Bediüzzaman” konulu bir konferans tertipledi.
Bursa'nın en etkili kültür merkezi haline gelen Ördekli Kültür ve Sanat merkezinde 8 Mayıs Cuma günü yapılan konferansa katılım oldukça yüksekti. Tamamen dolan salonda çok sayıda misafir konferansı ayakta izledi. Bununla birlikte salonda yer bulamayanlar ise diğer salonlarda çayını, kahvesini, şerbetini ve özel olarak hazırlanan osmanlı çayını içerek büyük ekran televizyonlarda konferansı canlı olarak takip etme imkanı buldular.
Kur'an-ı Kerim okunmasıyla başlayan konferansın açılış konuşmasını Bursa Kültür Vakfı eski başkanlarından ve mütevelli heyeti üyesi İnşaat yükset mühendisi Hakkı Sarıtaş Yaptı. Vakfın hizmetleri ve faaliyetleri hakkında bilgi veren Sarıtaş, “ Milli kültürümüzü yeni nesillere aktarmak ve İmanlı, inançlı yeni nesillerin yetişmesine katkıda bulunmak için çalışıyoruz.” diyerek bu tür etkinliklerini sürdüreceklerini ifade etti.
Programda daha sonra konferansa konu olan Bediüzzaman Said Nursi hakkında hazırlanmış “Asrımızı güzelleştiren adam” isimli bir sinevizyon gösterisi yapıldı.
Konferansın konuşmacısı sosyolog Müfit Yüksel, Alevilik, Bektaşilik, Kürt meselesi, Cemaat ve Tarikatlar konusunda yaptığı çalışmalar ile biliniyor. Özellikle Bediüzzaman'ın ilk hayatı olarak isimlendirilen Cumhuriyet öncesi hayatıyla ilgili araştırmalar yapan Yüksel, bu dönemlere ait orijinal dökümanlara ulaştığını ve İmam Gazaliden günümüze İslami gelişmeler ışığında Bediüzzaman Said Nursi'nin konumunu değerlendirdiğini belirtti.
Elde ettiği tarihi dökümanlardan örnekler sunarak çalışmalarını anlatan sosyolog Müfit Yüksel, “ Bediüzzaman Said Nursi asrımızda özel bir konuma sahiptir. Hayatını ve eserlerini inceleyen herkes Said Nursi'nin gerçekten Bediüzzaman ismine layık tek şahsiyet olduğunu kolaylıkla anlayabilir.” dedi.
İmam Gazali'den günümüze kadar yaşamış İslam büyüklerinin bulundukları dönemdeki İslami hayatı ve mücadelelerini anlatan Yüksel, “ İmam Gazali olsun, İmam Rabbani olsun, Mevlana Celalettin olsun, Mevlana Halid Bağdadi olsun, Bediüzazaman Said Nursi olsun hepsinin ortak bir notası vardır. Hepsi mübarek temiz bir nesilden gelmekte ve İslami hayatın en mükemmel yaşandığı bölgelerde doğup büyümeleri ve temel eğitimlerini almalarıdır. Bununla birlikte farklı özelliklerde olmakla birlikte, bu şahsiyetlerin dönemlerinde İslamı tahribe yönelik ciddi faaliyetlerin olması ve bunların bu faaliyetlere karşı İslamı savunmak için ömür boyu büyük gayret ve hizmet etmeleridir. Bunun neticesindede İslam dini her türlü tahribattan korunarak yeniden ihya olmuş ve yaşanır hale gelmiştir.”dedi.
Asrımızda dinsizliğin tüm dünyada etkili olduğunu hatta İslam dünyasındada çok büyük tahribata neden olduğunu örnekleriyle anlatan Müfit Yüksel, “İslam alimlerininde etkilendiği dinsizlik cereyanlarına karşı Kur'an ve Sünnet eksenli en yeni fikirler ve izahlar sadece Bediüzzamandan geldi. Ülkemizde yaygın olan Nakşibendi tarikatının son temsilcisi olan Said Nursi “ Zaman tarikat zamanı değil hakikat zamanıdır. Tarikatsız cennete girilir ama imansız girilmez.” Diyerek en önemli meselemizin imanı kurtarmak olduğunu ifade etmiş ve ancak Risale-i Nur eserlerinden istifade ederek küfre karşı durulabileceğini söylemiştir.” dedi.
Konferansın konuşmacısı olan sosyolog Müfit yüksel, 1945 yılında Bediüzzaman hazretleriyle tanışarak uzun süre mektuplaşan ve İşaratü'l İ'caz isimli tefsirine takriz kaleme alan Molla Sadrettin Yüksel hocaefendinin oğludur. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun olan Yüksel Alevilik, Bektaşilik, Kürt Meselesi, Cemaat ve Tarikatlar eksenli yayımlanmış kitapları vardır. Ayrıca Türkiye ve İslam Dünyasındaki yaşanan olaylara ve gelişmelere dair Türkçe, Arapça ve İngilizce makaleleri, kendisiyle yapılan röportajları muhtelif dergi ve gazetelerde neşredilmiştir.
Özellikle Üstad Bediüzzaman'ın yetiştiği ilmî ve manevî çevreye dair seminer ve konferanslar veren Sosyolog Müfit Yüksel, "Gelenek ve Tarih Çizgisi İçinde Bediüzzaman" başlığı altında yaptığı çalışmasının kitap olarak hazırlanmasına başlanıldığını ifade etti. (12.05.2009)

0
0


.

Eğitimci Recai Albay,
"Hz. Muhammed (asm)'ın davası Tevhid'tir."

0

Bursa Kültür Vakfı tarafından Kutlu doğum münasebetiyle düzenlenen konferansta, peygamber efendimizin şahsiyeti ve davası hakkında aydınlatıcı bilgiler verildi. Konferansta slaytlar eşliğinde çeşitli konulardan örnekler verilerek görsellik katıldı.
Bursa'da faaliyet göstermekte olan Bursa Kültür Vakfı tarafından halkımızı manevi yönden bilgilendirmek amacıyla düzenli olarak "Manevi Hayatımız" konulu konferanslar tertip edilmektedir. Dördüncüsü düzenlenen konferasta Hz. Muhammed (asm) hakkında önemli bilgilere yer verildi.
Vakıf merkezindeki konferans salonunda düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katılan eğitimci Recai Albay, "Hz. Muhammed (asm) kimdir? Neyi iddia etmektedir." başlığı altında bir konuşma yaptı. Konuyla ilgili araştırmalarını slayt gösterisi eşliğinde sunan Recai Albay ” İnsanımız çok şeyi bilmesine rağmen, dünya ve ahiret hayatını yani ebedi kaderine tesir edecek olan Hz. Muhammed (asm) hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı görülmektedir. Gençlerimize O'nu anlatmalı, O'nu tanıtmalı, davasını ve insanlığa getirdiği müjdeleri topluma duyurmalıyız.” diyerek özetle şöyle bir tanıtım yaptı:
“Hz. Muhammed (asm) öyle öyle bir zattır ki, manevi azametinden, büyüklüğünden dolayı ;
1-Yeryüzü Mescidi, 2-Mekke Mihrabı, 3-Medine Minberidir. 4-Bütün mü'minlere imam, 5-Bütün insanlara da iki dünya saadetinin prensiplerini bildiriyor. 6 - Bütün peygamberlerin reisidir. Onları tasdik ve tezkiye ediyor. Çünkü dini bütün dinlerin esaslarını, prensiplerini kapsamaktadır. 7- Bütün EVLİYALARIN başıdır. Peygamberlik güneşi ile onları terbiye edip aydınlatıyor. 8- Ve bütün PEYGAMBERLER'in son halkasıdır. Tüm enbiya ve doğru zâtlar onun geleceğini müjdelemişler. 9 - Öyle bir NURANİ AĞAÇTIR Kİ, Damar ve kökleri önceki peygamberlerin ilâhî prensipleridir. Dal ve budakları evliyaların ilhamî olan bilgileridir. 10- İDDİA ETTİĞİ DAVAYI PEYGAMBERLER MUCİZELERİYLE, EVLİYALAR KERAMETLERİYLE onu tasdik etmişlerdir.
PEKİ O ZAT NE DAVA EDİYOR? O Zatın davası TEVHİD'dir.
Yani “La İlahe İllallah” kelimesidir. Zatın din halkasına dahil olan Geçmiş ve Gelecek tüm insanlar bu mukaddes kelimeye iman edip, dualarına dahil etmişlerdir.”

İnsan varlığının temel unsurunun Tevhid olduğunun altını çizen Albay, “ Varlığımızın sebebi Tevhiddir. Yani Tek yaratıcı olan Allah'a iman edip, O'nun bizden istediği şekilde yaşam tarzımızı belirlemektir. “ diyerek, Slayt gösterisi ile verdiği örneklerle kainatta hiçbir şeyin tesadüf eseri olmadığını ve her şeyin en mükemmel şekilde ve olması gerektiği gibi yaratılıp varlığını sürdürdüklerini belirtti. Eğitimci Recai Albay, daha sonra özetle şöyle dedi:
“Âdem oğulları büyük bir kervan ve azim bir kafile gibi, mazinin derelerinden gelip, vücud ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve güzel, süslü bağlarına doğru, kafile kafile, ard arda yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini çekti. "Şu garip ve acib mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Vazifeleri ne? Başkanları kim? Nereye gidiyorlar? " diye durumlarını anlamak üzere kâinat, felsefe diliyle sorduğu sorulara:
Bütün kafile adına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî (a.s.m) bütün insanlara vekâleten felsefenin karşısına çıkarak Kur'an lisanıyla şöyle cevapta bulundu:
"Ey yaratılışın gayesini soran Felsefe! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelînin kudretiyle, yokluk karanlıklarından aydınlık varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. O Ezelî Sultan, yarattığı bütün varlıkların içinden, biz insanları seçmiş ve ”Büyük Emaneti” bize vermiştir. Biz insanlar, haşir yoluyla ebedi saadete doğru hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o ebedi saadetin yollarını temin etmek için bize verilen yetenek ve duygularımızı veriliş gayesine uygun kullanmaktır. Ve şu azim insan kervanına bundan sonra, Sultan-ı Ezelîden risalet vazifesiyle gelip, başkanlık eden benim. İşte o Ezeli Sultan'ın risalet beratı olarak bana verdiği Kur'an-ı Azimüşşan elimdedir. Şüphen varsa, al oku!"
Bütün Âdem oğulları namına “Risalet Beratı” nı elinde tutan Hz. Muhammed (a.s.m) İnsanlara: a) Allah'ın birliğini, b) Öldükten sonra tekrar dirilişin ve yeni bir hayatın olacağını, c) İnsanların yaratılış gayesinin “Ûbudiyet” olduğunu, d) Kendisinin de diğer peygamber kardeşleri gibi “Risalet” vazifesiyle gönderildiğini, insanların her iki dünya saadetinin elinde tuttuğu “İlahî ferman olan Kur'an-ı Azimûşşan'da belirtilen prensipler olduğunu iddia ve isbat etmektedir.
İddiasını yüz binlerce mucizelerle teyit ve tasdik eden Hz. Muhammed (a.s.m) ‘ ın sadece bir elinin kâinatın Hâlıkı yanında mazhar olduğu mucizelere bakalım:
“ Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi, Aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde onları bozguna uğratması, Aynı avucunun parmağıyla Ay'ı iki parça etmesi, ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi, Ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması, güya, dostlar içinde o elin avucu küçük bir zikirhane-i Sübhânîdir ki, küçücük taşlar dahi içine girse zikir ve tesbih ederler. Ve düşmanlara karşı küçücük bir Rabbânî cephanedir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur. Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir Rahmânî eczahanedir ki, hangi derde temas etse, derman olur. Ve celâl ile kalktığı vakit, Ay'ı parçalayıp, Kab-ı Kavseyn şeklini verir. Ve cemâl ile döndüğü vakit, âb-ı kevser akıtan on musluklu bir rahmet çeşmesine dönüşür. Acaba böyle bir zât'ın bir tek eli böyle acip mucizelere mazhar ve medar olsa, o zât'ın, Hâlık-ı Kâinat yanında ne kadar makbul olduğu ve dâvâsında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, apaçık bir şekilde anlaşılmaz mı?” (30.03.2009)
NURDERGİ

0
0
0


Devami icin tıklayınız

 
Arama
Ara
Başlık
Yazı1
Yazı2 Yazı3
Risale-i Nur Bölümü
İstatistik


BugünZiyaretçi:10

BugünKlik:18

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol