Bulunduğun Sayfa: Zübeyir Gündüzalp

Risale-i Nur

Zübeyir Gündüzalp



                      

Nurları Tanımadan Önceki Hayatı
urları

M ZÜBEYİR GÜNDÜZALP'İN KISA HAYATI

 

Zübeyir Gündüzalp 1920 senesinde Karaman'ın Er­menek kazasında dünyaya geldi. Babasının adı Mehmed. annesi ise Seyyide Hanım. Anne ve baba tarafından her iki dedesi de, 93 Harbinden sonra Kafkas­ya'dan Anadolu’ya hicret etmişler. Bu hicretten sonra Ermenek'e yerleşmişler. Baba tarafından dedesinin lakabı Zeyvergil, ana tarafından dedesinin lakabı ise Hurşit Çavuşlar. Hurşit Çavuşlar yedi kardeşmişler Rus istila ve belasından sonra bu kardeşler bir daha birbirini göremeden, hepsi de ebediyete göçmüşler. Zübeyir Gündüzalp'in annesi Ermenek'te Zeyvergil di­ye tanınmaktadır.
Zübeyir Gündüzalp, istiklal Harbinin en buhranlı günlerinde, Ermenek'in Zaviye Mahallesinde —yeni ismi Taşbaşı— hayata gözlerini açmıştı. Yanık Saray Caddesinin 75 numaralı hanesinde sevgili validesi Seyyide Hanımın elini öpüp ziyaret etmiş ve Ermenek Yaylasından kıymetli bilgiler ve bergüzar hatıralarla dönmüştük.
Ezan sesiyle kulağına ismini "Zeyver" diye koymuş­lar. Sonradan Üstadı, bu ismi Zübeyir diye değiştir­miş.
Mehmed Efendi ile Seyyide Hanımın dört evladı var­dır. Bunlardan ikisi erkek, ikisi kız. Erkek kardeşi Haydar Beydir. Babalan 1968'de, anneleri ise 1975'de vefat etmiştir.
Merhum Zübeyir Gündüzalp, ilkokulu Ermenek'te bitirmiş. Annesi, küçüklüğünde ele avuca sığmadığını ve çok cesur olduğunu anlatmıştı.
Ermenek Postahanesinde birkaç sene memur olarak çalışmış. Bu sırada teftişe gelen bir müfettiş, çok genç olan Zübeyir Gündüzalp'in mors alfabesiyle tel­graf alışını çok beğenmiş. Kendisine biraz daha tahsil yapmasını, ileride tahsili olmayanların meslekte yük­selemeyeceklerini hatırlatmış. Bunun üzerine, Erme­nek'te ortaokul bulunmadığı için Silifke'ye gitmiş. 1939 senesinde ortaokulu mezkur kazada bitirerek memleketine dönmüş. Daha sonra Konya'da açılan bir imtihana girmiş, imtihanı kazanarak, Ermenek'te postahane memurluğuna tekrar başlamış. Bir müddet burada çalıştıktan sonra askere gitmiş. Balıkesir'in Susurluk kazasında askerlik vazifesini tamamlamış. Askerlikten sonra Konya Postahanesinde telgraf mu­habere memuru olarak çalışmaya başlamış.
İşte, İslam kahramanı merhum Zübeyir Gündüzalp, Risale-i Nur Külliyatını, bu memurluğu sırasında ta­nımak şerefine nail olmuş. Konya'nın tanınmış tüccarlarından Feyzi, Mehdi ve şehid Tayyareci Ömer Beyin babaları Sabri Halıcı vasıtasıyla Nur Risalelerini okumaya başlamış. 1944 senesini takip eden yıllar­da Konya'da Zübeyir Gündüzalp'le beraber münevver ve imanlı bir gençlik grubu, Nur Risalelerini tanımış. Bu zatlardan tesbit edebildiğimiz isimler şunlar: Muh­sin Alev, Ziya Arun, Ziya Nur Aksun, Kamil Öztürk, Ahmet Atak, Feyzi, Mehdi ve Ömer Halıcı kardeşler.
Merhum Zübeyir Gündüzalp'in küçük kardeşi Hay­dar Bey 1945 senesinde Konya'ya gittiği zaman, ağabeyinin Muhsin Alev'le bir evde beraber kaldıklarını söylüyordu. Zübeyir Gündüzalp'in kendisine Nur'lardan bahsettiğini, Üstadının büyük İslam alimi olduğunu anlattığını ifade ediyordu.
Gündüzalp, Üstadını ilk defa 1946'da Emirdağ'da ziyaret etmiş, ilk ziyaretinde heyecandan tir tir titriyor ve mütemadiyen gözyaşlarını tutamayarak ağlıyormuş. Üstad, "Keçeli, neden ağlıyorsun?" diye onu bağrına basıp, dua etmiş. Üstadının ikazı üzerine dışarı çıkıp, yüzünü gözünü yıkayarak tekrar Üstadın huzuruna kabul edilmiş. Ayrılık zamanı gelince Zübeyir Gündüzalp, Üstadına, "Memuriyetten ayrılıp yanınızda hizmet etmek istiyorum" demiş, Bediüzzaman, bu fedakarlığa çok memnun olmuş, cevaben "Vazifene devam et, Konya'da daha çok hizmet edersin, înşallah, ileride alırım seni yanıma" demiş.
Zübeyir Gündüzalp Konya'da dört sene kalmış. Bu esnada Babalık Gazetesine, çocuk terbiyesine ait birçok makaleler yazmış.
Nihayet 1948 senesinde Afyon'da tevkif edilmiş. Bu­rada Üstadıyla birlikte altı ay mevkuf kalmış. Yan­lışlıkla tahliye edildiği zaman, sırf Üstadından ayrıl­mamak için, tahliyesinin yanlış olduğunu bildirerek, tekrar tevkif edilmiş. Yine İslam’ın bu kahraman fedaisi, Üstadıyla beraber olmak arzusuyla, Nur Risalelerini okuyup yazdığını bildirerek, kendi kendini ihbar et­miş.
Bundan sonraki hayatı, Eskişehir'de ve nihayet büyük kısmı İstanbul'da dinî hizmetlerle haşir-neşir olarak geçmiştir.
Zübeyir Gündüzalp 2 Nisan 1971'de Süleymaniye Kirazlı Mescit Sokağındaki ikametgahında mübarek ruhunu Rabbine teslim etti. Ruhu şad, mekanı ve ma­kamı cennet olsun.

NUR'A HİZMET YOLUNDA

 

Zübeyir Abi, Konya Postahanesinde telgraf memuru olarak görev yaptığı yıllarda, namaz kılmak için sık sık Pirî Mehmed Paşa Camiine devam ediyordu. Zübeyir Abideki yavuz bakışlara, devamlı mütefekkir-düşünen bir dimağ ve ciddiyete hayran olan Rıfat Filizer, bu büyük ruhla tanıştıktan sonra, yine kendisi gibi bir Nur talebesi olan Halıcı Sabri’yle de tanıştırmıştı. Zübeyir Gündüzalp, 1944 yılında, burada Nur Risalelerinden ilk kitabı almış ve ilk Nur dersini dinlemişti.
Haydar Gündüzalp, 1945 senesinde Konya’ya gittiği zaman, ağabeyinin Muhsin Alev’le bir evde beraber kaldığını ve kendisine Nur’lardan bahsettiğini, Üstad Bediüzzaman’ın büyük bir İslâm alimi olduğunu anlattığını ifade ediyordu.
Zübeyir Abi, 1946 senesinde Emirdağ’ın yoluna düşerek, Nur Üstadını bulmuştu. Üstadı ilk ziyaretinde, bu heybet ve haşmet karşısında Zübeyir Abiyi müthiş bir gözyaşı fırtınası tutmuştu. Üstad ismini sorduğunda, “Ziver” şeklinde cevap vermişti. Bu üç defa tekrarlanmıştı.
Nur Bediüzzaman ise kendisine her defasında, “Zübeyir!” şeklinde hitap ediyordu.
Nur Üstad, “Keçeli, neden ağlıyorsun?” diyerek onu teselli ediyordu. Henüz dünyada iken Cennetle müjdelenen sahabe Hazret-i Zübeyir’in yoluna ve nuruna giren Ermenekli Zeyver, artık aradığı nurları yüzlerce roman ve felsefe kitabında değil de Nur Risalelerindeki İlâhî hakikatlerde görmüştü ve bulmuştu.
Bahadır alperenlerden Zübeyir Abi, daha ilk ziyaret ve ilk mülâkatta Üstad'dan ilk Nur dersini alınca, hemen Nur Üstada şunları ifade ediyordu:
“Müsaade buyurursanız, postahanedeki memuriyetten ayrılıp, sizin yanınızda Nur’lara hizmet etmek istiyorum!”
Üstad Bediüzzaman ise bu coşkun ruhun yüksek fedakârlığına şöyle cevap vermişti:
“Memuriyetteki vazifene devam et; şimdilik Konya’da hizmet edersin. İnşaallah ileride seni yanıma alırım; o zaman daha çok Nur hizmetinde bulunursun.”
1949 yılında Konya’nın kazası Akşehir’deki postahanede çalışan Zübeyir Gündüzalp, sırasıyla İslahiye, Urfa oradan da Ankara’ya tayini yapılınca, memuriyetten istifa ederek Üstad Bediüzzaman’ın hizmetine girmiş, hayatının sonuna kadar, Kur’an’ın nurlarını bütün cihana yaymak için çalışmıştı.

NERELERDE ÇALIŞTI?

 

Zübeyir Abi, Susurluk’taki vatan vazifesini 10 Ekim 1943 Pazar günü bitirerek terhis oluyordu.
Konya’ya gelen Zübeyir Abi, 29 Kasım 1943 tarihinde Konya Postahanesinde “maniple” memuru olarak çalışmaya başlamıştı.
Zübeyir Abinin postahanelerde telgraf memuru olarak çalıştığı şehirleri tarih sırasıyla şöyle sıraya koyabiliriz:
Ermenek—19 Ağustos 1938
Konya—29 Kasım 1943
Akşehir—23 Temmuz 1948
İslahiye—1951-1952
Urfa—1953


NUR'LARI TANIDIKTAN SONRAKİ HAYATI

 

Risale-i Nur’ları, Konya’da PTT memuru iken tanıdı. Bu zaman, tarih olarak 1945’lere tekabül eder. Bu yıllarda, Konya’nın meşhur tüccarlarından ve Bediüzzaman Hazretlerinin mühim talebelerinden biri olan, Konyalı Sabri Halıcı vasıtasıyla Nur’larla şereflendi.
Hatta, Zübeyir Gündüzalp’ın küçük kardeşi Haydar Bey, 1945 senesinde Konya’ya gittiği zaman ağabeyi Zübeyir’in Muhsin Alev’le bir evde kaldıklarını söylüyordu. Zübeyir Gündüzalp’ın kendisine Nur’lardan bahsettiğini, Üstad’ının büyük islam alimi olduğunu anlattığını ifade etmişti.”
Üsdat’ın Hizmetine Girişi
Zübeyir Gündüzalp, Bediüzzaman Hazretlerini ilk defa 1946 yılında Emirdağ’da ziyaret etti.
“İlk ziyaretinde heyecandan tir tir titriyor ve mütemadiyen gözyaşlarını tutamayarak ağlıyormuş. Üstad “Keçeli neden ağlıyorsun?” diye onu bağrına basıp dua etmiş.
Üstadının ikazı üzerine dışarı çıkıp yüzünü gözünü yıkıyarak tekrar üstadın huzuruna kabul edilmiş. Ayrılık zamanı gelince Zübeyir Gündüzalp, Üstadına “Memuriyetten ayrılarak yanınızda hizmet etmek istiyorum” demiş. Bediüzzaman bu fedakarlığa çok memnun olmuş. Cevaben “Vazifene devam et. Konya’da daha çok hizmet edersin. İnşaallah ileride alırım seni yanıma” demiş.
Üstad’ı ziyaretinin akabinde “Üstad hasreti” yüreğinde kor olan Zübeyir Gündüzalp artık Üstad’ı için yaşadığını kabullenmişti.
Zübeyir Gündüzalp’ın Afyon hapsindeki ilk mahkumiyeti de böyle başladı. Onsekiz gün hapiste kaldı. Ardından takipsizlik sonucu tahliye oldu. Afyon hapsinden tahliye olan Zübeyir, Afyon’dan ayrılmadı, adeta oraya post serdi. Bu arada, “Üstadının dışarıdaki lüzumlu işlerini, kitap gönderme getirme işini ve evrak ve avukatlarla görüşme vesaire işleri, aynı zamanda o sıra Üstad’ın aleyhinde gizli tahriklerle yazı yazmaya başlayan Mahalli ve Umumi gazetelere karşı cevap yazma gibi işleri de yürüttü.”
Dışarıda sıkıldığını söyleyen Zübeyir, “Mahkeme esnasında Ceylan’a sormuştu. “Ben böyle dışarıda sizlerden ayrı sıkılıyorum. Nasıl yapayım da bende içeri gireyim?” Ceylan “Sert bir müdafaa yap” demişti. O zamanlar zübeyir, gayr-ı mefkuf mahkeme altındaydı. Neticede oda içeriye alındı.”
Afyon mahkemesinin 1949 yılındaki bir kararı üzerine Zübeyir Gündüzalp tekrar bazı Nur talebeleriyle birlikte Afyon hapsine atıldı. Burada beş ay kadar Üstad’la birlikte hapiste kaldı. 1949 yılı 20 Eylül tarihinde Afyon hapsinden tahliye olan Bediüzzaman ve arkadaşlarının içinde Zübeyir Gündüzalp’te vardı.
23 Temmuz 1950’de çıkan umumi af kanunu üzerine kendisine iade edilen eski memuriyetine Üstad’ın emriyle yeniden 1950’nin son aylarında başlar ve bu defa tayini İslahiye kazasına çıkar.
Zübeyir Ağabeyin bu ikinci memuriyet hayatı böylece İslahiye’de 1951 yılı başlarında başlamıştır. Zübeyir Gündüzalp bu yeni memuriyetinde altı yedi aylık iken 1951 yılı içinde Zübeyir Ağabey’e tayinini Urfa’ya yaptırması için haber gönderir. Zübeyir Ağabey de buna muvaffak olur. Urfa’ya gelir. Ve Urfa’da birbuçuk sene kalır. 1953 başlarında Urfa’da tevkif edilerek kırk gün yatar. Kırk gün sonunda kelepçelenerek Isparta’ya götürülür. Isparta’da iki ay kadar hapis kaldıktan sonra tahliye edilir. Zübeyir Gündüzalp’in Üstad’ın hizmetindeki günleri—bir buçuk sene kadar olanı hariç—1948 başlarından 1960 Mart sonuna kadar onbirbuçuk senelik bir zamandır.”
Vasıflar
Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetine kendini adayan Zübeyir Gündüzalp’ın temayüz etmiş bir çok güzel vasıfları bulunmaktaydı.
En önemli hususiyetlerinden başta geleni, Üstadına son derece sadakat içinde bağlılığıydı. Bir ifadesinde der ki:
“Kardeşlerim bir gün hizmete zarar verirsem sizlere vasiyetim olsun, bana bir iğne vurun hayatıma son verin. Size hakkımı helal ediyorum.”
Yine bir başka ifadesinde ise, “Üstad’ım Bediüzzaman için hançerlerle parçalanırsam etrafa sıçrayacak kanlarımın Risale-i Nur ... Risale-i Nur yazmasını Rabbimden niyaz ediyorum” der.
1951 yılında postanede memurluk yaparken Zübeyir Gündüzalp’ın mesai arkadaşı olan Turgutlu doğumlu Cafer Çim, Zübeyir Gündüzalp’ın ahlakı konusunda 31 Mart 2002 tarihli Yeni Asya Gazetesinde şunları anlatmıştı.
“Zübeyir Gündüzalp’ın ahlakı beni çok etkiledi. Kendisi daima Risale-i Nur’la meşgul olurdu. Postanede dahi Risale yazıyordu. Ve Bediüzzaman Hazretlerinin en sadık ve fedakar talebesiydi.”
Temayüz etmiş bir çok güzel hususiyetleri içinde kahramanlığı, alperenliği, fedakârlığı ve feragatı öne çıkmakla birlikte bir diğer hususiyeti de davaya hizmette istikameti daima muhafaza ettiği gibi, muhafazada ettirmiş olmasıyla Üstad’ı ve Risale-i Nur’ları ondan öğrenenler hiç yanılmadı ve yanıltmadı.”
Önemli güzel hususiyetleri Risale-i Nur ve Üstad Hazretlerinden aldığı ali hakikatlerle temayüz ettiği bir hakikattır.
Zübeyir Gündüzalp’teki güzel vasıfların mevcudiyeti, şüphesiz Üstad’ının tarif edilemiyecek ali derecedeki vasıflarından kaynaklanmaktadır.
Zübeyir Gündüzalp’ın vasıflarına şahit olan daha binler şahit mevcuttur. Bu husus apayrı bir çalışmayı gerektirecek bir kapasitededir.
Emirdağlı Çalışkanlar Hanedanının nurlu simalarından, Kamil Çalışkan, Zübeyir Gündüzalp’in bir hususiyetini anlatırken şunları der.
“Verilen işi çok iyi takip ederdi. Bize bazen Postaya verilmek üzere mektup verirdi. Mektubu atıp geldikten sonra tam tekmil verirdik.”
Zübeyir Gündüzalp’ın meziyetlerine şahit olup anlatanlardan biri de Isparta Nur talebelerinden Vahşi Şaban Ağabey’dir. Bir hususiyetini şöyle anlatır.
“Bir gün sadece, Zübeyir Ağabey ve Üstad vardı. Üstad bana sordu “Kardeşim sen Zübeyir’i iyi bilir misin? “Biliyorum Üstadım.” Değneği aldı. Zübeyir Abiye vuruyor. “Bu taş, bak kaya, hiç de konuşmaz bak. Camid bu. Kardaşım Şaban hem bu öyle ahmak ki, otuz lirayı bıraktı otuz kuruşa burada çalışıyor. O da hiç ciddiyetini bozmadan kuzu gibi duruyor öyle. Hiçbirşey anlamadım durumdan. Neyse aradan epey bir ara geçtikten sonra, yine birgün gittim kapıyı açtım. Üstad sordu “Sen benim Zübeyir’imi tanır mısın?” “Tanırım Üstadım” dedim. “Ben Zübeyirimi kâinata değişmem” dedi. Gerçekten Zübeyir Abideki, feraset, sadakat ve bağlılığı hiçbir ağabeyde görmedim. Cenab-ı Hak bütün güzel meziyetlerin hepsini toplamıştı onda.”
 
Üstad’a Hizmet Yılları
Merhum Zübeyir Gündüzalp’ın, Üstad Hazretlerine ilk hizmet yılları 1948 yılında başladı. Bunun birbuçuk sene olanı hariç Üstad Hazretlerinin vefatına kadar devam eder.
Toplam onbirbuçuk sene Hazret-i Üstad’a hizmet etti. Üstad Bediüzzaman Hazretlerine uzun sayılabilecek hizmet yılları içinde hizmeti, daima büyük bir fedakarlık ve feragat içinde oldu adeta.
O dönemi, “Anam babam sana feda olsun ya Resulallah” diyen sahabilerin bu zamanda fedakar bir varisi, onlar gibi herşeyini iman hakikatlerinin neşrine, ilanına ve Üstadının yoluna feda eden bir kahramanlık içinde geçti.”
Ayrıca, Zübeyir Gündüzalp “Gençliğinin baharını, hayatını, sıhhatini, servetini hülasa herşeyini muazzez ve misilsiz bir Üstad’a feda eden bir büyük ruh’tu...
Nur’un satır aralarında mevcut bir mektupta Hazret-i Üstad “Zübeyir Bana Abdurrahman yerine verilmiş diye manevi ihtar aldım” der. Merhum Abdurrahman ise, Üstad Hazretlerinin biraderzadesidir. Üstad Hazretleri onun için de “Bir deha-i nurani sahibi olacağı muhtemel olan Biraderzadem Abdurrahman.” diye tasvir buyurur. Şu nezih ifadelerden, Zübeyir Gündüzalp’ın Hazret-i Üstad’ın hayatında ne denli büyük bir rükün olduğu izahtan varestedir. Üstad Hazretlerine hizmet yılları içinde merhum Zübeyir Gündüzalp, bir hatırada şöyle değerlendirilir.
“Zübeyir Gündüzalp Üstad’ın hizmetine girince, Üstad, Ceylan Çalışkan’ı çağırarak ona, “Şimdiye kadar ehl-i dalalet beni mağlup edebilirdi, fakat artık, Zübeyir’i buldum beni hiç kimse mağlup edemez” der.
Bir başka hatırada yine, Zübeyir Gündüzalp’ın Üstad’a hizmetteki feragatı şöyle anlatılır.
 
“Üstad’ın talebe ve hizmetkarları toplanıp karar alıyorlar. Üstad’ı korumak için. Hüsnü Abi, arabayı sürecek, Ceylan ile Zübeyir Abi, pencere taraflarında mukabele edeceklerdir. Yol ortasında, arabasız olursa Zübeyir Gündüzalp Üstad’a “Üstadım” diye sarılacak ve gelen kurşunlara kendisini hedef edecek...”
Hazret-i Üstad’a son derece büyük bir sadakat içinde bağlı olarak hizmetinde bulunan Zübeyir Gündüzalp, sadece onun şahs-ı alileriyle alakalı hizmetlerde bulunmakla yetinmemiştir. Üstad’ın hayatı, Risale-i Nur’un neşri ve ilanı hususunda son derece sadakat ve ihlas içinde, sağlam bir itikat ve istikamette kalarak hizmete devam etti.
Bunların yanında, neşriyat hizmetleri, İslamî hizmetlerin çoğunu Risale-i Nur’u çok iyi anlayan ve her meselesini bir bütün olarak telakki eden, Zübeyir Gündüzalp, Risale-i Nur’a bu anlayış içinde hizmet etti.
Hatta Hazret-i Üstad’a hizmetin tılsımını “Aklını karıştırmayacaksın, Üstadımız ne emrettiyse onu tereddütsüz yapacaksın” şeklinde anlar ve izah eder.
Öylesine bir sadakat timsali ki, merhum Zübeyir ağabey, kendisini ziyarete gelen ruh doktoru Macit Bey’e şöyle der. “Ben fikr-i sabit hastası olmuşum. Ne dersiniz? Çünkü devamlı Üstad, Risale-i Nur ve Bediüzzaman lafları çıkıyor.”
Hülâsa olarak, Üstad Hazretlerine hizmet yılları boyunca hakikat kahramanından ne beklendiyse, Zübeyir Gündüzalp’te, o mevcut oldu.
Üstad’a hizmet yıllarında, yakın arkadaşlarının Zübeyir Gündüzalp’le alakalı anlattıkları oldukça geniş ve çoktur.
Bu hususu birazda ‘hatıralarda Zübeyir’ bölümünde ele alacağımızdan bu bahsi bu kadarla bitiriyoruz.
Hitaplar
Nur kutsi hizmeti içinde, Aziz Üstad’ın Zübeyir Gündüzalp’e ve Zübeyir Gündüzalp’in de Hazret-i Üstad’a hitapları nezihtir.
Nur’un satır aralarında mevcut hitaplarla alâkalı, Zübeyir Gündüzalp bir ifadesinde şunları söyler.
“Risalelerde geçen, aziz, sıddık, fedakâr ifadeleri böyle olunuz manasındadır.”
Üstad Hazretlerinin Zübeyir’e hitâb-ı âlileri:
“Konya kahramanı Zübeyir.”
“Hakiki fedakâr Zübeyir.”
“Manevi Evlatlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyir.”
Zübeyir Gündüzalp’in Hazret-i Üstad’a hitâpları:
“Çok sevgili, çok mübarek, çok kıymettar, çok müşfik Üstadımız, Efendimiz Hazretleri...”
“Emret Üstadım.”
“Canım Üstadım.”
“Aziz Üstadım.”
Risale-i Nur Külliyatının muhtelif yerlerinde Zübeyir Gündüzalp’ın, isminden, hizmetlerinden bahsedilir. Bunlar; mektup, takriz, müdafaa ve yaptığı çalışmaların yanısıra Üstad Hazretlerinin ona yazdığı mektuplar şeklindedir.
Nur’un satır aralarında, Zübeyir Gündüzalp’ın ferdi olarak imzasının bulunduğu, yazdığı ve sair Nur talebeleriyle birlikte kaleme aldıkları takriz, mektup, müdafaalar gibi çalışmaların nerelerde geçtiği ve Zübeyir Gündüzalp’ın isminin bulunduğu bölümleri yazacağız.
Hakiki Fedakâr Zübeyir...
Hazret-i Üstad’ın, yakın alakasına mazhar olan Zübeyir Gündüzalp’ın önemli bir hususiyetini de ifade buyururken, Üstad şunları kaydeder.
“...Hakiki fedakâr Zübeyir, en lüzumlu ve hizmete şiddet-i ihtiyacım zamanında buraya geldi. Yoksa Isparta’dan o sistemde birisini isteyecektim.”
Üstadımıza yapılan eşedd-i zülüm...
Zübeyir Gündüzalp, “Halk fırkası iktidar partisi iken Üstadımıza yapılan eşedd-i zulüm ile yüzer kanunsuz işkencelerinden birinci numunesi” diyerek yazdığı bir mektupta, Hazret-i Üstad’a yapılan, bed muameleleri bir mektupta şöyle ifade eder.
“Zemin yüzünde bu asırdaki kadar görülmeyen bir zındıka cereyanının planlarıyla üstadımıza yirmibeş senedir istibdad-ı mutlak ile yapılan bir zulmün numunesi şudur ki:
Nefes almak üzere kapalı arabayla kırlara gitmek için dışarıya çıktığı zaman buranın büyük bir memuru, kıyafetine ilişmek istemiş. Bu beş cihette kanunsuz ve beş vecihle vicdansızlık olan hadsız cüretkarlığa karşı deriz ki:
Padişahın küçük bir tahakkümüne tahammül edemeyen ve meşrutiyet ilanında ve divan-ı harb-i örfide mahkeme reisi Hurşit Paşaya ve mahkeme azalarına cevaben “Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün ins ve cin şahit olsun ki, ben mürteciyim..” Şeriatın bir tek meselesine bin ruhum olsa fedaya hazırım” diyen meclis-i mebusanda Mustafa Kemal’e karşı “Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur” cümlesini söyleyen ve İslamî kıyafeti kat’iyyen ve asla tebeddül etmeyen ve kıyafetine ilişmek isteyen ve sonra kendi kendini öldürmekle tokadını yiyen Nevzat isminde Ankara valisine: “Bu sarık bu başla beraber çıkar” tarzında konuşarak boynunu göstermesiyle dokunulmayan bir zat’a hem Isparta, hem Eskişehir hem Denizli mahkemeleri dahi başını açtırmadıkları ve son Afyon mahkemesi müstesna, binlerce halk ve yirmi polisin bulunduğu sıralarda bile başını açması ihtar edilmediği ve münzevi olduğu halde o düşüncesiz memurların manasız ihanet için müdahale niyeti doğrudan anarşistlik hesabına, vatan ve millete tehlike getirmeye çalışmaktadır.
Ve bütün bütün kanunsuz olmakla beraber senelerden beri emsaline rastlanmamış bir feragat-ı nefs ve fedakârlıkla en ağır şerait altında yüz otuz parçadan müteşekkil muazzam ve harika eser külliyatıyla vatan ve milletin manevi kurtuluşunu temin eden böyle bir zat’a bu tarzda ilişmek elbette millet ve gençliğin mahv-u perişan olmasına gayret eden gizli vatan düşmanlarına yardım etmek ve alet olmaktır.
Afyon’da bir iki mütemerrid bir zındık masonun iştirak ve teşfikiyle o insanın, bu tarz ihanet etmek fikrine hiçbir ihaneti kabul etmeyen üstadımızın tahammül etmesinden ve ehemmiyet vermediğinden şu hakikati katiyen anladık ki, bu vatan ve millete kendi yüzünden bir zarar gelmemesi için haysiyetini, şerefini, nefsini, ruhunu, rahatını dahi feda etmiştir...”
 
 
Konyalı Zübeyir
Ankara’da olacak hayırlı bir netice, mahkemenin tehiriyle işlerin Ankara mahkemesine havale edilmesiyle alakalı yazdığı bir başka mektupta ise, Zübeyir Gündüzalp şu satırları arz eder...
“Mahkememizin tehiriyle işlerin Ankara mahkemesine havale edilmesinde çok hayır var. Şimdi hem Isparta mahkemesi, hem Van’da Molla Hamid’in ve Diyarbakır’da Mehmet Kaya’nın kitaplarının iadesi ve Afyon, hepsi Ankara’ya bakıyor. Ankara’da olacak hayırlı bir netice ile inşallah her tarafta birden işlerimiz halledilmiş olacak, hem böyle bir vakitte Nurlardaki hakaik-i imaniyeye, hususan Ankarada nazarların çevrilmesi lazımmış. İnşaallah bu meselemizin oraya gönderilmesi mühim bir intibaha vesile olacak.
Kardeşiniz Zübeyir.”
 
Nur’un satır aralarında da Zübeyir Gündüzalp imzalı (anonim) diğer mektuplar ise şunlardır.
“Hacı Ali’ye mektup (Anonim)”
“M. Sungur’a yazılan mektup.”
“Ziya ve Abdülmuhsin’e yazılan mektup.”
“Mu’cizeli Kur’an ile Arabi Mesnevi hakkında mektup.”
“Üstad’ın köylerde dolaştığına dair haberlere cevap.”
“Demokrat Nur talebeleri namına yazılan bir mektup.”
“Hüseyin Avni ve Tahsin Tola’yla hasbihal.”
“Üstad’ın hastalığı.”
“Leyle-i Beraat tebriki.”
“Zübeyir’in müdafaası.”
“Takrizname (anonim).”
“Mektup (anonim).”
“Zübeyir Abdurrahman yerine...”
“Konferans.”
“Risale-i Nur nedir? Bediüzzaman kimdir?”



'BEDİÜZZAMAN RADIYALLAHU ANH' DUASI

 

Merhum Zübeyir ve Abdullah Yeğin Ağabeyler, Üstadın vefatından sonra, Urfa’da Dergah’taki makberde, “türbedar” manasında kalıyorlardı. Mezar yıkma plânlarını yapan İhtilâlci nebbaşlar, az sonra bu iki Nur kahramanını zorla-zorbalıkla şehirden çıkartmışlardı.
Mezkûr türbedarlık günlerinde bazı hakkını-haddini bilmezler tarafından “Bediüzzaman’a ‘radıyallahu anh’ denilmez” gibilerden lüzumsuz bir münakaşa açılmıştı. Bu münasebetsiz ve cahilce münakaşayı haber alan Zübeyir Ağabey, elindeki tesbihle bir dua, bir zikir çekiyordu. Kendisine:
“Tesbihle ne çekiyorsun?” diye soranlara:
“Bediüzzaman Said Nursî Radıyallahu anh [Allah ondan razı olsun]’ duasını okuyorum!” şeklinde cevap veriyordu.
Zübeyir Ağabey, bütün varlığıyla, kendisini Üstadının aziz şahsiyetine vermişti. Âdeta Nur Üstadda fâni olmuştu. Bu bağlılık, bu sıddıkiyette 51 yaş gibi erken bir zamanda ebediyetlere kanat açmıştı. “Sıddık” ismini kendisine takma isim olarak yazar ve kullanırdı.
Bu sadakat ve bağlılığın bir nişanesi olarak kendilerine şöyle bir kartvizit bastırmıştı:




ANA BABAYA MEKTUP

 

Bu bahsin sonlarına doğru, merhum abinin anne babasına yazdığı beş sayfalık mektubun son satırlarını kendi el yazısıyla vermek istiyorum:
“Babamın, ‘Merhum dedeni rüyamda gördüm. Haydar senin, Zeyver benim, dedi. Bundan anladım ki, sen bu dünyada dünyalık yapamayacaksın; ahiret, Kur’an hizmetinde bulunacaksın. Ben senden bir şey beklemiyorum. Seni Kur’an hizmetine veriyorum.’ diyerek gözyaşlarını tutamaması, benim de hemen babamın ayağına kapanıp öpmem, hem de annemin mektuplarda bana hakkını helâl ettiğini ve dua ettiğini yazması, bana sevinç gözyaşları döktürüyor, Allah’ıma hadsiz hudutsuz şükürler ettiriyor.”
Büyütmek için tıklayınız.      Zübeyir Abinin anne babasına mektubu el yazılarıyla böyle başlamaktadır:
Büyütmek için tıklayınız.     Aziz abinin el yazısıyla mektubunun sonu.
Çok mübarek ve kıymettar ve sevgili babam ve anama,
“Binler selâm ederim. Bayramınızı tebrik eder, hürmetle ellerinizden, ayaklarınızdan öperim. Hayırlı dualarınızı beklerim. Her zaman mektup yazamıyorum. Sebebi, her zaman size Risale-i Nur mektupları, Nur Risaleleri gönderiyorum. Onlar benim sizlere hakikî mektuplarım hükmündedir. Risale-i Nur mektuplarını, Nur kitaplarını okuyanların, dinleyenlerin içleri nurla dolar; kalpleri Kur’an nuruyla nurlanır, ruhları İslâmiyet nuruyla yıkanır; dünyada, ahirette mes’ut olur, iman-ı kâmili kazanır; son nefesinde iman-ı kâmille ahirete göç eder, Allah’a kavuşur, Peygamberimize erişir.
“Bunun için, o gelen Risale-i Nur mektuplarını Haydar’a, Rabia’ya, Zehra’ya sizler tekrar tekrar okutturuyor, dinliyorsunuz diye ümit ediyorum.
“Benim Kur’an’a, imana hizmetim, İslâmiyete hizmetim; yani Kur’an’a, imana, İslâmiyete canını, ömrünü feda ederek hizmet eden Bediüzzaman Hazretleri gibi bu zamanda büyük bir zatın hizmetine kabul edilmekliğim, sizin sayenizdedir. Çünkü babam bana, haram lokma yedirmemiş, anam bana haram süt vermemiş. Anam evlâtlarına süt emzirirken, aman sütüme bir şüphe girmesin, diye haram şüphesi olan şeylerden kaçınmış. Evlâdına şüpheli süt vermemek için Allah’tan korkmuş, helâl süt vermiş. Üç-dört yaşında iken, bir bağ komşusunun duvarından bir çöp alırsan, o dahi haramdır, gibi dersler vermiş. Helâli haramı öğretti. Ben anamın, rahmetli Hurşid dedemizin verdiği böyle din dersleriyle, o küçük yaşta merhum Hacı Osman Efendi emmimgilin elma ağacından bizim bağa düşen, çok hoşlandığım mayhoş elmayı yemezdim. Alır, onların bağlarına atardım. Daha böyle misaller çok. Babam çok para kazanacağım diye haram kazançlara tenezzül etmemiş. Zengin olmamış; fakat helâl para gibi az da olsa çok büyük bir kalp zenginliğini taşımış. İşte bana böyle mukaddes bir hizmetin nasip oluşu, sizin mübarekliğiniz hürmetinedir. Ben sizin gibi bir anam ve babama son derece minnettarım. İşte ben de, sizin ebedi hayatınız için dünyayı terk ettim. Sizin ahiret hayatınızın nurlar, hayırlar, sevaplarla dolması için iman, Kur’an, din hizmetine ömrümü vakfettim. Bir evlâdın kazandığı hayırlar, sevaplar, o evlâdın peder ve validesinin amel defterine de geçer. Benim şimdi size dünyalık faydam yok. Fakat bu fâni muvakkat dünyadan sonra gideceğimiz daimî, bâki bir hayat için bâki elmaslar hükmünde size kazançlar gelmesine hizmet ediyorum. Babamı çok hatırlıyorum. Şöyle ki:
“Biliyorsunuz, diğer bazı Nur talebeleri gibi ben de dinsiz bir hükûmet zamanında hapislere düştüm. Zulümler çektim. İşkenceler gördüm. Yoksulluk çektim. Fakat izzetle, şerefle yaşayarak, o koca dinsiz hükûmetten dahi korkmadım. Dinsizlerin zulümlerine karşı yılmadım. Gene Risale-i Nur’a sarıldım. Gene Risale-i Nur’u okudum, yazdım. Bir kat daha Üstadıma yaklaştım. Küçük yaşımda bağ evinde anamın bir gece, ‘Babanın gözü karadır. O korkmaz!’ dediği, hatırımdan çıkmıyor. Şimdi düşünüyorum ki: Demek korkmamazlık; dinime, imanıma cesaretle sarılmak damarı, bana babamdan irsen geçmiş ki o eski dinsiz hükûmetten korkmadım. Risale-i Nur hizmetinden, babamın o yüksek ahlâkı sayesinde çekilmedim. Dünyada, ahirette hepimizi mes’ut edecek, Risale-i Nur’dan mahrum kalmadım. Cümlenizin, kardaşlarımın, akrabalarımızın, eniştelerimin, teyzelerimin, Ayşe ablamgilin konu komşunun bayramını tebrik ederim.
“Selâm ederim. Zübeyir


ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’DAN ZÜBEYİR ABİYE DUA

 

“Ya Erhamerrahîmin! İsm-i Azamın hürmetine, bu nüshayı yazdıran ve okuyan Zübeyir’i Cennetü’l-Firdevs’te saadet-i ebediyeye daima mazhar eyle ve hizmet-i imaniye ve Kur’aniyede daima muvaffak eyle! Âmin, âmin, âmin...”
Orijinal fotoğrafı görmek için tıklayınız...


ÜSTAD’IN VEFATINDA ZÜBEYİR GÜNDÜZALP

 

Hazret-i Üstad’ın Urfa’da vefat ettiği ana kadar, Zübeyir Gündüzalp, onun yanında ve başucunda bulundu.
1960 yılının 23 Mart günü, Urfa İpekpalas Otelinin 27 nolu odasında son derece yüksek ateşler içinde bulunan Üstad Hazretlerinin bu durumu doktor tarafından kontrol edildi. Saatler gece yarısını çoktan geçmişti.
Heyhat ki, heyhaat...
Üstad’ı muayene eden doktor: “Allah, Allah çok harareti var” der. Ve bir ayna ister. Üstad’ın nefesine tutun, nefesin gelmediği görülünce Üstad hazretlerinin vefatı kesinleşir. Hizmetkârlarından Bayram Yüksel, o anı anlatırken şunları kaydeder.
“Beraberce Üstad’ın odasına gittik. Zübeyir Ağabey başucunda. Zübeyir Ağabey: “Üstad’ta bazen böyle haller olur geçer” dediyse de şüphemiz gitmiyordu.74
Zübeyir Gündüzalp’ın Üstad’ın vefatıyla alâkadarlığına bir şahit olan H. Mahmud Hasırcı şöyle anlatır.
“Cenazeyi Dergah’a götürdük. Orada yıkandı. O esnada Zübeyir Ağabey, Molla Hüseyin, Elazığ’lı Ömer Hoca, Molla Hamid Hoca gibi pek çok zat vardı. Kefeni Zübeyir Ağabey’in yanına getirdim. Kefeni sararken yağmurda tane tane yağıyordu. Daha sonra Zübeyir Ağabey’le beraber 250 yere telgraf çektik herkesi haberdar ettik.”75
Ve... sel olan gözyaşlarıydı.


ZEMZEMLE VEFAT

 

2 Nisan 1971 Cuma günü gündüz vakti Zübeyir Ağabey vefat ederken baş ucunda, uzman tabip İbrahim Sadullah Nutku bulunuyordu.
Kur’an talebesi Nur Ağabeyimiz, sekerat hâlindeydi. Bir yudum suyu içemeyecek durumdaydı. Ama o vaziyette bahtiyar Nur doktorlardan Sadullah bey'in ağzına koyduğu zemzem suyunu yudum yudum içmişti.
Dr. Nutku, bu vaziyetin tıbben imkânsız olduğunu izah ederken, meslekî cihetten de tam vefat anında, ilk felcin boğaz boğumlarına geldiğini, su içemeyeceğini, ama Zübeyir Ağabey'in zemzemi rahatlıkla içmesinin Allah’ın bir lütfu ve ihsanı olduğunu yaşlı gözlerle bizlere anlatırdı.
Arama
Ara
Başlık
Yazı1
Yazı2 Yazı3
Risale-i Nur Bölümü
İstatistik


BugünZiyaretçi:4

BugünKlik:4

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol